Erhan Arıklı KKTC (Kuzey Kıpırıs Türk Cümhuriryeti), Lefkoşa

 

KOMANDO ALİ’NİN HİKÂYESİ

 

“Anlat hele Başkan. Rum’a verdiğimiz harita hakkında ne düşünüyorsun?” diye sordum karşımdaki şahsa.
 

Bir an durdu. Çayını yudumlarken, anlatıp anlatmamakta tereddüt yaşadığı belli idi.
 

“Sen hiç çıkartma plajındaki müzeye gittin mi Erhan Başkan?” diye sordu.

 

“Evet” dedim. Rahmetli ağbim de gazi idi. Yıllar önce bizi kere müzeye götürmüş orada sergilenen bir şehidin eşyalarını göstererek “Onun adı Ali idi. Benim arkadaşım, can yoldaşımdı” demişti. Bunu söyledikten sonra da dalıp gitmişti.
 

Rahmetli ağbim savaştan, yaşadıklarından hiç söz etmez, ısrarlı sorular karşısında bir iki kısa cümle ile geçiştirirdi. Zaten ağbimden savaşla ilgili duyduğumuz tek cümle belkide o idi.
 

Ağbime Ali’nin nasıl şehit düştüğünü sorduğumuzda da dalıp gitmiş, cevap vermek yerine kafasını çevirip karşıdaki Sent Hilarion’a doğru bakmıştı.
 

Gaziler Derneği Başkanı Adil Çümen’de rahmetli ağbimin asker arkadaşı idi. YDP olarak Gaziler Derneğini ziyaret ettiğimizde laf dönüp dolaşıp Kıbrıs meselesine ordan da

Sayın Akıncı’nın verdiği haritaya gelmişti. Harita hakkında ne düşündüğünü sorduğumda da Komando Ali’nin, rahmetli ağbimin “Can yoldaşımdı” dediği Ali’nin hikayesini anlatarak cevap vermeyi tercih etti.

Adı Ali idi. Ali Köken…
 

Kayserili Ali, tıpkı ağbimler gibi çavuştu. Türkiye’nin en seçkin birliği Bolu Komando Tugayında bir araya gelmişlerdi.
 

İri yarı, babayiğit bir delikanlı idi Ali. Şakacı, güler yüzlü ve yardımsever hali ile herkesin sevdiği birisi idi.

Paraşüt ile atlamışlardı Gönyeli ovasına. Oradan da Boğaz üzerinden Sent Hilarion’a, oradan da Selvili Tepe’ye doğru hareket etmişlerdi. Selvili Tepe, Yunan Bordo Berelilerin elinde idi. Seçkin bir birlikti bu birlik.
 

Selvili Tepe oldukça müstahkem bir mevkideydi. Aşağıdan gelen Mehmetçiklerin işi çok zordu. Komandolarımız, bilmedikleri bir coğrafyada savaşıyorlardı. Selvili Tepe’ye ulaşıncaya kadar aşağıdaki birçok uçak savar mevzisini ele geçirilmek zorundalardı.

Beton koruganların korumasındaki bu mevzileri alırken çok şehit veriliyorduk.

Hele bir tepeye yerleşmiş bir korugan vardı ki yaklaşık 50 Yunan Bordo Berelisi, aşağıdan gelen Mehmetçikleri kuş gibi avlıyordu. O mevziinin mutlaka alınması gerekiyordu.
 

İçinde Ali’nin de bulunduğu birlik, o mevziiyi almakla görevlendirilmişti.

Saatler süren ve birçok şehit verdikten sonra komandolarımız o tepeyi ele geçirmişti. Ne var ki Birliğin cephanesi de tükenmek üzereydi. Yunanlıların amansız ateşi altındaydılar.

Takım komutanı telsizle aşağıdaki taburdan acil cephane istedi. “Yoksa burada tutunamayız. Cephanemizin bittiğini anlarlarsa hepimizi keklik gibi avlar bu palikarya” dedi.

Cevap olumsuzdu. Tabur komutanı geri çekilmelerini söyledi. Akşam oluyordu. Gece karanlığında oraya cephane ulaştırmak mümkün değildi. Birlik Komutanı ağır bir küfür savurdu. “Ulan ben burayı şehit vererek, saatlerce çarpışarak aldım. Şimdi nasıl çekilmemizi söylersiniz?” dese de cevap çok netti. “Derhal aşağıya inin”.

Birlik Komutanı çaresizdi. “Mevziyi terk ediyoruz” dedi.

En yakın arkadaşlarını şehit veren Ali, “Ne çekilmesi ulan. Biz bunca şehidi boşuna mı verdik” diye bağırdı. Yerinden bir ok gibi fırladı. Selvili Tepe’ye doğru koşmaya başladı.

Bir taraftan bağırıyor bir taraftan ateş ediyordu. Komando arkadaşlarının ve komutanın ”Yapma Ali” diye bağırmalarını duymuyordu bile Ali. Derken Ali kayaların arasında kayboldu.

Birlik, yavaş yavaş çekildi.

 

Birkaç saat sonra Ali’nin çığlıkları Selvili Tepe’de yankılanmaya başladı. Belli ki Ali’ye işkence yapılıyordu. Komando arkadaşları o bağırmaları duymamak için ağlayarak, kulaklarını buldukları bez parçaları ile tıkamışlardı. Yunanlılar Türk askerinin moral motivasyonunu bozmak için Ali’ye saatlerce işkence yaparak çığlık atmasını sağlamışlardı.
 

Çığlıklar sabaha kadar devam etmiş, günün ilk ışıkları ile de kesilmişti.
 

Komandolarımız, güneşin doğuşunu müteakip Selvili Tepeye saldırıya geçtiler. Çatışma saatlerce sürdü. Yunan Alayının seçme bordo berelileri, doğrusu iyi savaşıyorlardı. Çok şehit verildi. Nihayet akşama doğru Yunan mevzisi düştü. Komandolarımız, 42 adet Yunan Bordo Berelisini esir almıştı.

 

Etraf aranırken, Ali’nin dehşet verici cesedi ile karşılaştılar.

 

Ali’nin cesedini gören komandolarımız, dehşetle bağırarak birbirlerine sarılarak ağlamaya başladılar. Bazıları kusuyor, bazıları ağaçları yumrukluyordu...

 

Ali’nin vücudu kasatura ile lime lime kesilmişti. Gözleri oyulmuş, kulakları kesilmişti. Yetmemiş cinsel organı kesilerek ağzına sokulmuştu.

 

Bunu yapan insan olmazdı.
 

Tabur komutanı hıçkıra hıçkıra ağlıyor; “Bu nasıl insanlıktır, bu nasıl vahşettir?” diyordu. Komutan yerinden kalktı. Korkudan tirtir titreyen birbirine sokulmuş Yunan askerlerinin karşısında geçti. Tercümanı çağırdı. Gelen tercümana komutanın kim olduğunu sordu. Esirlerin üzerinde hiç birinin rütbesi yoktu. İçlerinden birisi kalktı; “Benim” dedi.

 

“Ulan savaştayız. Adam öldürülür ama bu nasıl adam öldürmedir?” diye bağırdı.
 

Yunanlı komutan;“Cenevre sözleşmesine göre bize dokunamazsınız” dedi ve pişkince ekledi; “Serbest kalırsam elime geçen her Türkü aynen böyle doğrayacağım”

 

Bunu duyan komutan kendini kaybetti. Tabancasını çıkardığı gibi sarjörü Yunan Komutanın üzerine boşalttı. Şarjör boşaldığı halde komutan boş tetik çekmeye devam ediyordu. Tercüman Asteğmen; “Komutanım öldü” diyene kadar tetik düşürmeye devam etti.

 

Gözleri dolan Adil Başkan burada sustu…

 

Aradan 42 yıl geçmesine rağmen belli ki Komando Ali’nin lime lime edilmiş cesedini düşünüyordu.

 

Ağbim de “Kardeşim Ali” derken tıpkı böyle duygulanmıştı.
 

Lafı değiştirmek için “Başkan Harita” dedim.
 

“Harita mı” dedi. “Haritayı benden önce anlatabiliyorsanız Ali’ye anlatın. Ali gibi gençliğine doyamamış, hayatının baharında tanımadığı topraklarda, tanımadığı ama “Soydaşım” dediği insanların uğruna şehit düşmüş yüzlerce gence sorun. Ben hakkımı helal etmem Başkan. Diğerlerini bilmem” dedi.
 

Kalktık. Birbirimize sarıldık. Konuşmadan ayrıldık.

 

09:37